Güven Erkin Erkal İle Müzik Dünyasına Giriş

17 Temmuz 2009 Cuma yorum



Bu yazıyı uzun zamandır,haftalarca takip ediyorum,
müzik dünyasına girmek isteyen üyelerimiz için topladım hepsini ve sitemize ekledim.Arada kopukluklar olabilir ancak,en baştab dikkatli okunursa size ve yapmak istediklerine çok katkısı olabilir.

Ders 1: Kendi sektörünüzü oluşturun;

2009’un daha bu ilk aylarında olup bitenlerin bilançosu şöyle; Ayça Şen, Anemi, Magilum ve Gece başta olmak üzere 10 kadar isim albüm çıkarttı. Yeniler ve geçtiğimiz yıl albüm çıkartan isimlerden 20’nin üzerinde video klip televizyon kanallarına ulaştı (Bazı amatör gruplar, ellerinden gelenle, profesyonel çekimlerle yarışacak vidolar çekip internetten paylaştı. Onları saymadım bile).

İstanbul, Ankara, Eskişehir, İzmir ve daha bir çok şehrin mekanlarında sayısız konser gerçekleşti. Napalm Death, Samael, Brazzaville ve bu yazıyı okuduğunuz sırada The Rasmus, bu yıl ülkemizi ilk ziyaret eden yabancı gruplar oldu. Başta Soygun ve Rock-A olmak üzere, çeşitli gruplar dikkat çeken kayıtlarını, yine internet üzerinden paylaşıma açtı. Şaşkınlık ve beğeniyle izliyoruz.

Bu bilanço, içinde bulunduğumuz ekonomik duruma göre hiç fena değil. Hatta son yıllarda üretim açısından, bu kadar kısa sürede böylesi bereketli dönemler yaşandığına da pek rastlanmadı.

Kerametin, müzik olmadan yaşayamayacak üretici ve tüketici kitlesinde olduğunu belirtmeye gerek yok sanırım. Tüm dünyada ağırlaşıp durma noktasına gelen çarkların, tekrar dönmeye başlamasında, başta müzik ve sinema gibi sanat dallarının büyük katkısı olacaktır diye düşünüyorum.

İçinden geçilen süreçten sağ kalarak ayağa kalkmanın yolu, üreticiler açısından anlaşılmış olsa gerek. “Üreticiler” derken, artık sektörün en tepesinde olup bitenlere yön veren ve yatırımları planlayanlardan söz etmiyorum. İşleyişin en başındakilerden, ürünü tasarlayıp ortaya koyanlardan söz ediyorum. Konumuza, yani müziğe dönerek örnek vereyim; 4 kişinin “Diğerleri”nden bir adım daha öne çıkıp kendini kabul ettirmesi, artık sadece iyi müzik yapmasıyla olmuyor. İşini en iyi şekilde yapmak artık bir marifet değil. Bu zaten bir zorunluluk. Grupların kendisini sunumu da en az yaptıkları müzik kadar etkin olmalı.

Eskiden radyo, televizyon programlarımız ve dergimizde “İdare eder” dediğimiz grupları da tanıtır, bir anlamda onlara “gaz” verirdik. Ama artık geçti. Son birkaç yıl içinde müzik üreten sanatçı ve grupların sayısı katlanarak büyüdü. Şimdi programlarımızı ve dergimizi hazırlarken daha seçici olmak zorundayız. Çünkü programlarımızın süresi de dergimizin sayfa sayısı da belli. Müzik medyasına genel olarak bakacak olursak orada da pek bir bolluk olmadığını görüyoruz. Televizyonlarda canlı performans ve yeni grupların videolarına yer veren yapımlar, bir elin parmak sayısı kadar bile değil. Rolling Stone ve Dream dergilerinin basımının durmasıyla, zaten az olan müzik dergileri iyice azaldı. Geriye kalıyor internet. Ortaya ruhunu ve yeteneğini koyup en iyisini çıkartamayanlar açısından bu da bir çözüm değil. Eş, dost ve F5 tuşu, uzun vadede bu gruplara bir şey sağlamayacaktır. İnsanlar ortada iyi bir şey yoksa, “Bedava” bile olsa durup indirecek halde değil. Çünkü internette en uzun zaman harcayanların bile kaç saat burada kalacağı belli. O saatler içinde de bu vatandaş kaç saat oyun oynar, kaç saat birileriyle muhabbet eder ve geriye yeni bir grubu dinlemek için kaç dakikası kalır siz hesaplayın.

Hal böyle olunca, daha iyi müzik yapmak ve bunu daha dikkat çekici biçimde sunmak için neler yapmalı sorusu geliyor. Yukarıda sözünü ettiğimiz ve 4 kişi var saydığımız grupları ele alalım. Bir kere o grupların aralarına 5’inci bir elemanı daha almaları gerek. Bu elemanın bir müzisyen olarak değil (ki grup içinde bir eleman da olabilir fark etmez), daha çok müzik teknolojilerine meraklı ve ses mühendisliği ile ilgili birisi olması gerekiyor. Şimdi genç müzisyen adayları, kendilerine tam da bir rol ve enstrüman seçmeye çalışırken “Nasıl yani?” diyecektir. Buna haftaya değineceğim.

Bu 5’inci eleman dışında, bir grubun iyi bir depara kalkması için, 6’ncı hatta 7’nci elemanlara da ihtiyacı var. Çünkü gruplar, kendilerini önce internetten bile sunacak olsa, dikkat çekici bir video ve sayfalarına doğru dürüst fotoğraflar koymak zorunda. Üstelik bunlar, müziğin dışında duran, şekilcilikle falan alakası olmayan konular. Grupların ulaşmak istediği dinleyiciyle ilk kontaklar, bu görsel malzemelerle sağlanacaktır. Grup ya da tek tabanca olarak çıkış yapmaya hazırlananlara bu hafta söyleyeceğim budur; dinleyiciye vizyonunuzu anlatacağınız kısacık bir süreniz var. Onlara ulaşacak mecralar oldukça az ve sayınız da hayli fazla.

Ders 2: Sanki şirketleşmek gibi bir şey;

müzik dünyasına profesyonel olarak girmeye karar veren gruplara kendi sektörlerini oluşturabileceklerini söylemiştim. 4 kişiden oluştuğunu varsaydığımız bu gruplara, sahnede görünenlerden başka elemanların da dahil olması gerektiğini belirtmiştim. Amacı sadece müzik yapmak olan 4 kişilik bir grubun etrafında, müzik dışında işleri olan birilerinin ne aradığını anlatmadan önce, müzik piyasasında bu işler nasıl yürüyor bir hatırlayalım.

Albüm yapma zamanı geldiğinde, demonuzu yapıp firmaları gezmeye başlarsınız. Şansınız varsa, iyi bir “yapımcı prodüktör” bulursunuz ve olaylar gelişir. Yapımcı prodüktör, size önce bir “müzik prodüktörü” bulur. İyi bir müzik prodüktörü sizi bir maden gibi işleyip, değerli bir mücevhere dönüştürebilir. (Mesela Tarkan Gözübüyük ve Volkan Başaran gibi isimlerle çalışmış grup ve solistleri hatırlayın).

Derken bir “image maker” bulunur. (Bu “image maker” dediğimiz arkadaşlar, sizi bir gecede yıldıza çevirebileceği gibi, maymuna da çevirebilir). Şekliniz bir güzel yapıldıktan sonra, sıra klip ve fotoğraf çekimine gelir. Burası çok önemlidir. İyi fotoğraflarla gönderilen basın bülteni, haber servisi ve müzik yazarlarının öncelikle dikkatini çeker. Klip ise ayrı bir maceradır. İyi bir yönetmen, hem sizi doğru yansıtmalı, hem de görsel olarak televizyonlara “uyar” bir iş çıkarmalıdır. Üstelik bunu yaparken, parayı basan yapımcının kahrını da çekmek zorundadır. (zaten aldıkları o büyük ücretlerin yarısı, bu yıpranma payı içindir). Ortaya iyi bir iş çıktıysa, saniyesi dolarlarla hesaplanan televizyonlarda görünme şansınız artmış demektir.

Ne kaldı? Albümün kapağı. Eğer vizyonu geniş bir yapımcıya denk gelmişseniz, sizi yansıtan bir albüm kapağına sahip olabilirsiniz. Ama genellikle bu iş için, albüme girecek yazı ve görseller, FRS Matbaacılık’a gönderilir ve her zaman beklediğiniz olmaz. (Şimdi “FRS Matbaacık nedir?” diye sorarsanız, karşılığı Ekşi Sözlük’te bile yok. Pek bilinmez ama elinizdeki yerli albümlerin en az yarısında adı bulunan bir matbaadır. Kapakları hem tasarlar hem basar).

Buraya kadar anlattıklarım, Türkiye koşullarında, yeni bir grup ve yeni bir albüm için yapılması gerekenlerin özetiydi. Daha doğrusu son yıllara kadar genelde böyleydi. Halen görünürdeki sistem bu olmakla birlikte, artık büyük firmalar tamamen bitmiş, indirgemesine kadar baskıya hazır master kopya ister hale geldi.

Anlaşma içeriğine göre, klibi yapımcı firma çekilebilir ya da bu iş de size kalabilir. Basında ne nitelik ve nicelikte yer alacağınız da çoğunlukla size kalmış durumda. (Bu durum yeni bir iş alanının doğmasına neden olmuştur, Nurbanu Anter ve Burcu Sarılar gibi, sektörden yetişmiş isimler, profesyonel olarak basınla ilişkiler sağlayan servisler kurmuştur).

Elinizden geleni ardınıza koymamanız halinde, kurtarır bir satış yapabilirseniz, ancak yapımcı firmanın basım maliyetini karşılamış olursunuz. Patlama yapıp çok sattınız diyelim. Heyecanlanmayın… göreceksiniz ki; yapımcı firma yine ancak basım maliyetini karşılamıştır. Buradan para falan beklemeyin. İyi satan bir grup olarak, festival ve konserlere çıkma şansınızı arttırmışsınızdır o kadar. Ha! bu arada, albümünüzü basmayı lütfedip kabul etmiş olan firmayla, yaptığınız anlaşmayı iyice gözden geçirin. Çıkıp para aldığınız konserlerden hak iddia etmişse oradan da pay istemiş olabilir. Çünkü o albüm basım ve dağıtım maliyeti, öyle kolay karşılanıp bitecek bir şey değildir.

Günümüzde “hardcopy”, yani elle tutulur albümler, halen bir grup ya da sanatçı için bir nüfus cüzdanı olma özelliğini koruyor. Radyo, televizyon ve festival yöneticileri, bu kimlik kartını illa görmek istiyor. Tabi ki albümü olmadan bu mecralarda karşılaştığımız gruplar da olmuyor değil. Bu grupları festivallerde, öğle güneşi altındaki alternatif sahnelerde izliyoruz. Tabi ki parçaları da radyo ve tv’lerde oldukça seyrek yer almaktadır.

O halde, deminden beri anlattığımız bu çarka girip o albümü çıkarmak zorundasınız. Aksi yönde fantezileri, Demir Demirkan ve Yakup gibi profesyonel isimler de düşünmüş, internet üstünden satış devrini açıp, albüm basım devrini kapatmak istemişlerdir. Ama dünya tarihinde devrimlerin o kadar kolay gerçekleşmediğini biliyoruz. Bu arkadaşlarımız da hızlı bir biçimde klasik yönteme, yani albümlere dönmüşlerdir. Tabi Turgut Berkes, Saltuk, Demirhan Baylan ve Zardanadam gibi yapımlarını ücretsiz paylaşan isimler konumuz dışında.

İnternet son yıllarda, müziğin sınırsızca paylaşıldığı bir çağı başlatmış bulunuyor. Tüm dünyada son 5 yıl içinde müzik endüstrisi değişim geçirmeye başladı. Büyük firmalar küçülüp birleşme gibi yolları seçerken, “Indie” tabir ettiğimiz bağımsız firmalar, kendi çerçeveleri içinde daha da güçlendi. Ülkemizdeki örneklere bakalım; Mor ve Ötesi’nin öncülüğündeki Rakun, komünal bir modele benzer işleyişiyle sağlıklı bir biçimde üretimini sürdürmekte. Benzer bir model, Peyote’nin ilk prodüksiyonu Replikas’ın “Zerre” albümüyle başladı. Öncelikle bir organizasyon şirketi olarak yola çıkan Pozitif, Babylon gibi bir mekan oluşturmanın da verdiği avantajları birleştirip, Doublemoon ve bir alt “label” olarak Voltaj yapımı kurdu. Sıraladığımız bu yeni şirketler, günümüzde sarsıntıyı en iyi hisseden “büyük”lere göre biraz daha dik durabilmeyi şöyel başardı; İşleyişleri içinde “Ticaret” kavramı kadar, “Samimiyet” kavramı da yer aldı. Albümlerini ulaştıracakları hedef kitle, sadece “müşteri” değil, hani neredeyse “arkadaş” olarak da tanımlanacak bir durumda.

Geçen hafta “kendi sektörünüzü oluşturun” demiştik. Gördüğünüz gibi “Indie”ler, bazı açılardan dünya devi firmaların yapamadığını yaptığına göre. Daha çekirdek bir topluluk olarak siz de bazı şeyleri başarabilirsiniz. Üstelik müzik endüstrisinin başına gelen en büyük “şer”den, yani interetten siz hayırlı bir durum bile çıkararak bunu yapabilirsiniz. Grubunuzun çevresinde, aşağıda özelliklerini sıralayacağım elemanlardan arkadaşlar edinmeye çalışın.

Öncelikle sadece bir enstrümanist değil, ses teknolojileri ve mühendisliğine ilgi duyan birisi de tayfada yerini alsın. Bu kişi eğer sizinle birlikte ses getiren işlere imza atarsa, kalifiye bir eleman olarak konser, sinema, televizyon ve radyo gibi, bir çok alanda iş bulma konusunu halledecektir.

Mimar Sinan, Anadolu, Bilgi ve Marmara gibi üniversitelerde, eli kamera tutmaya başlayan, yine yaş grubunuzdaki ve aynı dünya görüşünüzdeki insanlarla tanışmaya çalışın. Bu insanlar, sizlerle çalışıp klip yapım konusunda kendisini geliştirebilir ve bir “show reel” oluşturarak profesyonel klip yapım piyasasında yerlerini alabilir. Yine fotoğrafçılık eğitimi alan ya da kendisini geliştiren genç fotoğraf sanatçılarının çevrenizde yer yer almasına çalışın. Geçen hafta belirttiğimiz gibi; kendinizi tanıtacağınız mecra, sadece internet bile olsa görsellik çok önemli.

Bundan yıllar önce Kadıköy’de, Akbaba diye bir grup vardı. Bu örneklemeye çalıştığım “küçük sektör”ü, onlar ta o zamanlardan gerçekleştirebilmişti. Akbaba elemanları, Bahariye’de üç katlı eski bir binayı kiralamış ve Atlantis adını vermişti. Grup elemanları burada, kendilerinden daha genç yeni müzisyenlere gitar ve davul dersleri veriyordu. En alt katı diğer gruplara prova stüdyosu olarak kiralıyorlardı. Hatta, Türkiye için bazı ilkler, yine bu mekanda doğdu. Grubun konserlerinde, Akbaba logosu basılı beyaz t’shirtlerle 6 – 8 kişilik bir ekip hazır bulunuyordu. Ekip, grubun konserlerinde sahnelerini hazırlıyor, davulu kuruyor, sound chek işlemlerini yapıyor ve güvenliklerini sağlıyordu. Böylelikle; 1991 yılında rock piyasamızda, ilk kez, “güvenlik” ve “rodi”lik müesseseleri kurulmuş oldu.

Dream TV, Yüxexes programına gelen başarılı demo videolar ve Yüxexes dergisinin Ar – Ge sayfalarına gelen kimi fotoğraflar gösteriyor ki, böylesi ekip çalışmaları yapan bazı gruplar var. Bunu başaran grupların, yakın zamanda daha da öne çıkabileceğine eminim.

Rock’n Roll kitaplığı
Geçtiğimiz hafta Rock FM’de Sezen Aladağ’ın hazırlayıp sunduğu “Long Play” programını dinliyordum.Program içersinde artık bir bölüm olarak, “Rock’n roll kitaplığı” adında bir köşe yapmış. İlk kitap olarak da Mehmet Arif Derbent’in “Yalnız Balayı” adlı kitabını tanıttı. Bu kitabın bir özelliği, kitabın, bir cd ile satılmasıydı. Yani bir nevi kitabın ”soundtrack” albümü vardı. Canlı telefon bağlantısıyla programa katılıp, ülkemizde şimdiye kadar yayınlanmış kaset ve cd ekli kitaplar üzerine sohbet ettik. Programda böyle bir bölüm olması çok iyi olmuş. Çünkü son 20 yıl içinde, okurken fonda rock müziğini hissettiğimiz kitapların sayısında ciddi bir artış var. Bu konuda eser veren yazarlar arasında, Kanat Güner, Doğu Yücel, Küçük İskender, Hikmet Temel Akarsu ve Altay Öktem gibi isimler ilk akla gelenler oluyor.

Benim de müzik üzerine kendimce oluşturduğum bir kitaplığım var. Bu kitaplıkta, “rock müziğe dair” olan köşe, oldukça geniş sayılır. Tabi sözünü ettiğim genişlik, ülkemizdeki müzik yayıncılığı üretimiyle sınırlı. Kitaplığımdaki bu müzik köşesi de kendi içinde bölümlere ayrılmış durumda. “Rock’n roll kitaplığı” şeklinde tanımlanan ve yukarda yazarlarından örnekler verdiğim bölüm en sevdiklerimden. İlhan İrem, Erkin Koray, Demirhan Baylan ve Mehmet Şenol Şişli gibi müzik dünyasının içinden kişilerin imzalarını taşıyan şiir, öykü ve denemeler bir başka bölümü oluşturuyor. Leonard Cohen ve John Lennon gibi yabancı yazarların kitapları da bu bölüme eklenebilir. Biyografik, ansiklopedik ve kuramsal olanlarla birlikte, aslında sayısı yine de 250 – 300’ü bulan bir kitaplık oluşmuş durumda. Yine de kitap ve müzik severler için bu sayı az.

Ülkemizde rock müzik üzerine yazılmış kitapların ilki, 1956 yılında yayınlanmış. “Dünya Sarsılıyor – Rock’n Roll” adlı bu kitap, Elvis Presley merkez alınarak hazırlanmış. O günlerde gençleri etkisi altına alan “rock’n roll”, kitabın yazarları Oğuz Alplaçin ve Vecdi Benerli’yi hayli endişelendirmiş görünüyor. Konuya olumsuz baktıkları belli olan bu kitapta, dönemin ileri gelen yazar ve edebiyatçıların görüşlerine de yer verilmiş. Bu kişiler arasında Orhan Duru, Ahmet Oktay, Ferid Edgü, Asaf Çiyiltepe ve Demir Özlü gibi isimler yer alıyor. Bu yazarların, “yeni salgın” rock’n roll için görüşleri, genel olarak, “şeytani ve şehvi” olduğu yönünde. İçlerinden Demir Özlü’nün yorumuysa şöyle; “Rock’n roll müziğini çok seviyorum. Bu dansı yapamadığım için üzgünüm. Bütün bu şarkıcıların seslerinde insanı bir yanından yakalayan bir üzüntü, bir yıkılmışlık veya hayata, yaşamaya karşı bir aşk, bir istek var. Zaten bu üzüntü, bu yıkılmışlık da yaşamaya karşı duyulan aşktan değil mi?

İşin aslında bütün eski nesiller, yeni yetişen nesillerin beğenilerini bozmak için ellerinden geleni yaparlar. Bu dünyanın eskimiş insanları yeni yetişenleri kendi kafalarının yoluna zorlarlar. Bütün işlerine karışırlar. Bir takım ahlak kurallarına sıkı sıkı bağlıdırlar. Oysa ahlak insan için yaratılmıştır. Yaşlılar insanı orta yerden çekince salt kuralları kalır ortada. İşte Rock’n roll yeni insanın, bu insansız kurallara, gereksiz sınırlamalara karşı duruşudur.”

Kitabın yayın tarihinin 1956 olduğunu hatırlatalım. Elvis Presley’in “That`s All Right Mama” adlı plağının çıktığı yıl 1954, “Balackboard Jungle” adlı filmde, Bill Halley’in “Rock Around the World” adlı şarkısının duyulduğu yıl da 1955’dir. 1955’de Deniz Harp Okulu’nda jaz ve rock’n roll çalıp söyleyen ilk orkestranın da kurulduğunu düşünürsek, bu yeni akımın ülkemizde hızlı bir biçimde karşılık bulduğunu söyleyebiliriz. “Rock’n roll dünyayı sardı denildiği o zamanlar, dünyayı temsil eden ülke sayısı 5 – 6’yı geçmemektedir. ABD’nin ardından, bu tarz çalışmalar yapan grupların ilk göründüğü ülkeler arasında İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ve Türkiye göze çarpıyor.

Türkiye’de müzik yayıncılığı konusuna ilerde tekrar değineceğiz. Burada şaşkınlık ve merak uyandıran ayrıntılarla dolu hikayeler var. Ülkemizde klasik ve caz müzik üzerine yayınlanan ilk derginin 1948 tarihini taşıması mesela. Ya da dünyada radyo yayınları daha henüz başlamışken, yine ülkemizde 1927 yılında bir radyonun kurulması gibi örnekler bile, yeni duyanlar için yeterince ilginçtir sanırım.

Türkiye ve müzik medyası?

Türkiye`de müzik medyasından bahsetmek mümkün mü?
Cumhuriyet Gazetesi’nden Ali deniz Uslu, müzik medyası ve müzik eleştirmenliği konusunda kapsamlı bir araştırmaya başlamış. Bu araştırmada, ülkemizin çeşitli müzisyen, müzik yazarı ve akademisyenleriyle yoğun bir görüşme trafiği içersine girmiş bulunuyordu. Sanırım çalışma bittiğinde, geleceğini bu konular üzerine kurmayı düşünen gençlere yol gösterecektir.

Yukarıdaki başlık, Ali Deniz’in beni arayıp sorduğu ilk soruydu. Soruyu duyunca şaşırmıştım. Ona cevap vermeden önce, geçtiğimiz hafta bu köşede yayınladığımız yazının linkini gönderdim. İlginç bir biçimde aynı zamanlarda müzik medyası üzerine farklı açılardan kafa yormaya başladığımız anlaşılıyordu. Şimdi Ali deniz’in araştırmasında karşılaştığımız bu ilk sorudan yola çıkıp, dünden günümüze müzik medyasını özetleyelim ve günümüzdeki duruma bir bakalım.

Asıl ülkemizde müzik medyasından bahsetmemek mümkün değil. Ülkemizin dünyayla iletişiminin oldukça sınırlı kabul edildiği yıllarda bile, dünyada müzikle ilgili olup bitenler takip edilmiş ve bu konuda çeşitli yayınlar çıkartılmış. Geçen haftaki yazımda, popüler müziğe yer veren ilk derginin 1948 yılında çıktığını. “Melodi” adını taşıyan bu dergi, müziğe ağırlıklı olarak yer veren ilk magazin dergisiydi. Aslında biraz daha geriye, 1934 yılına gittiğimizde karşımıza “Müzik ve Sanat Hareketleri” adlı bir dergi daha çıkıyor. Bu dergi klasik müziği ve o dönemki yorumcularını izlen ilk müzik eleştiri yayını (tabi daha ortalarda jazın bile New Orleans sınırları dışına yeni çıkmaya başladığı günlerden söz ediyoruz. Bu anlamda bu dergiyi de kendi döneminin popüler müzik dergisi kabul edilebiliriz).

1956 yılında Rock’n roll üzerine sosyolojik bir inceleme kitabı yayınlanmış. Yine geçtiğimiz hafta ayrıntılı olarak bu kitabı incelemiştik, 1960 yılında, Melodi ve Popüler Melodi adında dergiler, yerli ve yabancı popüler müzikle ilgilenen ilk dergiler olarak çıkmış. Az önce sözünü ettiğimiz Melodi dergileriyle bu dergilerin bir ilgisi yok. (O dönemlerde müzik dergilerine melodi ismi verilmesi oldukça popülermiş, bunu anlıyoruz).

1971’de yayına başlayan Hey dergisi, yine popüler müziğin uzun yıllar vazgeçilmez bir yayın organı olmayı başarmış. 80’li yıllarda Stüdyo İmge yayınları, müziği kuramsal olarak da inceleyen müzik yayıncılığını başlatmış. 90’lı yıllarda fanzin kültürünün yaygınlaşması, en küçük takipçi gruplarına sahip olan müzik türlerinin bile, kendisine kaynaklık edecek yayınlar çıkmasına neden olmuş. 2000’li yıllarda, dünyanın markalaşmış müzik dergileri ülkemizde de yayına başlamıştı. Başarısız bir NME denemesinin ardından, Rolling Stone ve Billboard, güçlü yerli rakiplerine karşı raflara çıktı. Bunlardan Rolling Stone, geçtiğimiz günlerde piyasadan çekilmek zorunda kaldı. Diğer gençlik ve müzik dergileri arasından en çok satan dergi olan Dream Dergi de krize karşı koyamadı. Farklı okuyucu kesimlerine seslenen Roll, Blue Jean, Yüxexes ve Volume halen raflarda. Uniq dergisi, üniversitelere reklam desteği ile ücretsiz ulaşmaya çalışıyor.

Müzik yayıncılığımızın tarihini bir yana bırakıp, sorunun tam yanıtına gelecek olursak; hasar almış bir biçimde de olsa ülkemizde müzik basını vardır. Bu hasar, içinden geçmekte olduğumuz krizden önce oluşmaya başladı. Günlük gazeteler, bundan birkaç yıl önce ağırlıklı olarak hafta sonları sayfalarını müzik gündemine ayırabiliyordu. Cumhuriyet, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde, yeni çıkan albümlerle ilgili yapılan röportajlar ve müzik üstüne hazırlanan dosyalar artık yok. Gazete yöneticileri, müziği takip eden gençlerin artık gözlerini monitörden ayıramadığı gibi bir batıl inanca sahip olmuş durumda. Cumhuriyet ve Radikal, entelektüel kaygıları bulunan okuyucunun sadece kitap okuduğunu ve sinemaya gittiğini sanıyor. Halkın her kesimine hitap etmeye hevesli “çok satan” gazeteler, ancak Şebnem Ferah ve ya Teoman’ın yeni bir sevgilisi olduğunda müzik severlerin dikkatini çekmeye çalışıyor. Türkiye’nin en çok sayfalı gazetesi Haber Türk de müzik konusunda bomboş çıktı.

Yenilemek gerekirse; Tüm olumsuzluklara karşı ülkemizde müzik basını halen var. Ancak müziğin üreticisine de, dinleyicisine de daha fazlası gerekmektedir. Müzik medyasında gazeteler eski günlerini aratıyor. Müzik konusunda sözünü ettiğim gazeteler, beklentilerin oldukça gerisine düşmüş durumda. İnternet, bu gazeteler karşında ciddi bir engel değil. Gazete yöneticileri müzik konusunda cesur adımlar atmalı. Yapmaları gereken, geçmişte yaptıklarından daha fazlası değil. İnternetin, müzik medyası içindeki konumu tam anlamıyla tanımlanabilmiş değil. Yoğun bir info sağanağı ve paylaşım karmaşası içinden, müzik okuyucusu önünü görmekte zorlanıyor. Sözlük ve forumlardaki 11 – 16 yaş grubuna mensup müzik eleştirmeni enflasyonu, güvenilir bir müzik medyasına olan gereksinimi daha çok arttırıyor.

Müzikle ölümsüzleşen markalar
Müzikle ölümsüzleşen markalar ve bulunması zor albümler…

Bir ürün için reklam çok şey demek. Markalar, rekabet ortamı içersinde bir adım daha öne geçebilmek adına kazançlarının büyük bir bölümünü reklam harcamalarına ayırmakta. Hedefine ulaşmış bir reklam kampanyası, 1 koyup 10 almak anlamına geliyor. Kimi zaman da markalar, kısa vadede büyük satışlar gerçekleştirmek yerine, etkisi uzun zamana yayılacak prestijli çalışmalar yapmayı hedefliyor.

Özellikle genç kesimleri hedefleyen markalar, ürünlerini tüketicisiyle buluşturma konusunda müziği etkin bir araç olarak görmekte. 80’li yıllarda konser afişlerinde kimi markalar, sponsor olarak görülmeye başlandı. Son 10 yıl içersinde ise festival, fuar ve gençlik dergileri aracılığı ile kimi markalar, ünlü grup ve solistlerle işbirliği içersinde, uzun yıllar boyunca tüketicisinin gözü önünde kalmayı başarabildi. Bu sanatçılarla yapılan single albümler, fanların arşivlerinde yer alırken, yıllar geçtikçe o sanatçıya ait koleksiyon değeri yüksek birer nadir ürüne dönüştü.

Bu hafta da rock dünyamızdan hangi isimler, sponsor destekli çalışmalar, hatta bir marka için özel çalışmalar yapmış göz atalım dedik. Bunu yaparken, firma ya da bir reklam ajansı siparişi olarak yapılan “cıngıl”lar ve reklam filmlerini konu dışı bıraktık. Bu tip çalışmalar, 80’li yıllardan günümüze kadar, aralarında MFÖ, Gür Akad, Teoman ve Şebnem Ferah gibi bir çok ismin yer aldığı bambaşka bir araştırmanın konusu.

Ticari marka ve müzik ilişkisi içinde akıllarda en çok iz bırakan örnek olarak, Nil Karaibrahimgil’in 2000 yılında çıkan “Ben Özgürüm” çalışmasını gösterebiliriz. Alper Erinç’in düzenlemelerini yaptığı bu çalışma, aynı zamanda Nil Karaibrahimgil’in müzik piyasasına “Özgür Kız” imajıyla güçlü bir giriş yapmasını sağlamıştı. Sinan Çetin’in çektiği klip sonrasında bu single, Turkcell Hazır Kart’ı olduğu kadar Nil Karaibrahimgil’i de hafızalara kazımıştı.

2000 yılı bu tip çalışmalar açısından en çok ürün verilen yıl olmuştu. Efes Pilsen’in piyasaya sürdüğü “Dark”ın kampanyasında, dönemin en popüler gruplarından Kargo yer aldı. "Herkesin Geçtiği Yoldan Geçme” adlı single CD kapağında, grubun vokalisti Koray Candemir, severlerine Dark’ın şişesini uzatmaktaydı. Single albümde ürün için özel bestelenen bu parçanın iki ayrı versiyonu dışında, grubun “Yanımda Sen Olmayınca” adlı çalışması ve bu çalışmanın bir de akustik versiyonu bulunuyor.

2000 yılında “Furby” adlı bir oyuncak salgını ortaya çıktı. Furby, pille çalışan, gerekli bakım ve ilgi gösterilmediğinde sanal ölümü gerçekleşen elektronik bir oyuncaktı. Bu oyuncağın tanıtımı amacıyla, Gökhan Kırdar tarafından 3 barçalık bir single albüm hazırlandı. Elektronik müzik başlığı altında değerlenecek bu “Furby” şarkıları, sadece kaset formatında basıldı. Bu single kaset’in kayıt ve mixajlarını gerçekleştiren kişi de, günümüzde Manga, Gripin ve Emre Aydın gibi isimlerin müziklerini şekillendiren Haluk Kurosman’dı.

2001 yılında, Commercial Union adlı ülkemizde de faaliyet gösteren sigorta Şirketi, Türkiye’deki 10’uncu yılı nedeniyle önemli bir çalışmaya destek oldu. “Beatles Made In Turkey” adı verilen bir albümde, 10 tane The Beatles şarkısı, coğrafyamıza özgü bir sound ile yeniden düzenlenmişlerdi. Bu düzenlemeler, Dağhan Baydur, Erdal Kızılçay ve Fuat Güner tarafından gerçekleştirilmiş ve Fuat Güner’in stüdyosunda Metin Kalaç ve Sezen Köroğlu tarafından kaydedilmişti. Ortaya çıkan albüm ilk önce sınırlı sayıda basılmış, sadece basına ve Commercial Union Sigorta Şirketi çalışanlarına dağıtılmıştı. Bir süre sonra albüm piyasaya “Beatles Alaturka” adı altında farklı bir kapak tasarımıyla sürüldü.

Siemens’in desteklediği ve 2002 yılında ilk ve son kez gerçekleşen Sing Your Song yarışması, günümüze kadar halen konuşulabilen bir organizasyon olmuştur. Tek seferde efsaneleşebilme özelliğini, bu organizasyonu gerçekleştirenler ve derece alan isimler nedeniyle hak ediyor. Organizasyon, Mavi Sakal’dan tanıdığımız Murat Tümer’in de bünyesinde yer aldığı Tümer & Tümer tarafından gerçekleştirilmişti. Yarışma 1’incisi Emre Aydın’ın yer aldığı 6. Cadde grubu, ve 2’ncisi Manga’ydı. Bu isimlerle birlikte toplam 12 grup, yarışma sonrası çıkan bir toplama albümde yer aldı.

Fanta, 2003 yılında da Mor ve Ötesi, Teoman ve Şebnem Ferah’la gerçekleşen büyük bir Türkiye Turnesi düzenledi. Bu çalışmalar sırasında Fanta, Teoman’dan özel bir şarkı sipariş etti. Teoman’ın besteleyip seslendirdiği “Aramızda” adlı bu çalışma, turnenin televizyon reklamlarında kullanıldı. Parça, 4 ayrı versiyonu içeren bir kaset olarak basıldı ve konserler sırasında dağıtıldı.

Efes’in “Dark” adlı markası, çeşitli yarışma ve rock müzik içerikli organizasyonlarda karşımıza destekçi olarak çıkmayı sürdürdü. Firmanın desteklediği bu etkinlikler, “Rock’n Dark” adı altında gerçekleşti. Rock’n Dark’ın 3’üncü yılı olan 2004’te, 5 parçalık özel bir Özlem Tekin CD’si yayınlandı. CD’de Özlem Tekin’in Tek Başına ve Laubali albümlerinde yaralan 5 şarkı, Murat Uncuoğlu, Barlas Erinç, Ete Kurttekin ve Aytekin Kurt tarafından yeniden remikslenmişti.

2004’ün bira savaşlarına, Tuborg Pilsener de Teoman’la katılmaya karar vermişti. Single CD 4 parçadan oluşuyordu. Ürün için Teoman’ın bestelediği ve üç ayrı versiyonla sunulan “Dudaklarımda” adlı çalışma, Volkan Başaran tarafından düzenlenmişti. Albümde ayrıca “Papatya” adlı çalışma da, Alper Erinç’in düzenlemesiyle akustik olarak yer alıyordu. Bu single içinde, Teoman’ın “Dudaklarımda” videosu ve grup arkadaşlarıyla yer aldığı sahne arkası görüntüleri de yer almaktaydı.

2007 yılında Jack Daniel’s “Music Rock Competition” başlığı altında gerçekleşen yarışma sonrasında, 10 genç grup birer çalışmasıyla bir toplama albümde yer aldı. Ancak binlerce adet basılan bu toplama albüm, ne yazık ki piyasaya sürülemedi. Yarışmaya katılan gruplar ve yakınlarına verilerek tüketilmeye çalışılan bu albüm, kapak tasarımı ve içeriği ile müzik severlere bir şekilde ulaştırılmayı fazlasıyla hak ediyordu.

2007 yılında genç müzik gruplarının katıldığı bir başka etkinlik olan “Nokia Super Sound 07” etkinliğinden de 9 isim öne çıkmıştı. Basatap Dergisi’nin öncülüğünde başlayan bu etkinliklerin sonuncusunda, sadece basına dağıtılan bir basın kiti oluşturuldu. CD olarak hazırlanan basın kiti, long play kapağı olarak tasarlanmış bir kapak içinde sunulmuştu.

Genç grupların yer aldığı toplama albümlerden söz etmişken, Fanta’nın 2003’te gerçekleşen “Genç Yetenekler Aramızda” yarışmasından da söz etmek gerekir. Hakan Kurşun’un koordinatörlüğünde bu yarışmada yer alan 6 grup bir araya gelebilmişti. Yarışmaya Çilekeş, eski adı Chilekesh olarak katılmış ve bu toplamada “Y.O.K”un ilk versiyonuyla yer almıştı. Toplamada yer alan bir başka isim de, 4x4 grubunun vokalisti Deniz Tuzcuoğlu’ydu.

2008 yılında Avea’nın sunduğu Patlican Müzik Yarışması’nın galibi Düşük Voltaj grubu oldu. Grubun 3 parçasının ter aldığı Single CD Blue Jean Dergisi tarafından, okuyuculara dağıtıldı.

Markaların bir promosyon ürünü olarak tüketicisine çeşitli yollarla ulaştırdığı bu çalışmalar dışında, rock grupları ve spor ilişkilerine de bir göz atalım. Trabzonspor’un 40’ıncı kuruluş yıldönümü için Gece Yolcularının yaptığı bir marş var. Yine Gece Yolcuları’nın solisti Ediz İlhan’ın imzasını, Trabzonspor’a olduğu gibi aynı zamanda Fenerbahçe’nin 100’üncü yılı için hazırlanan bir yapımda da görüyoruz. (Yapımda Funda Arar ve Kıraç’ta yer almaktaydı. Kıraç’ın Fenerbahçe için yaptığı bu marşın, Cem Karaca tarafından seslendirilen ve Sarper Özsan tarafından bestelenen “1 Mayıs Marşı”yla olan benzerliği büyük tepki toplamıştı.) Bu iki yapım Gece Yolcuları severlerin olduğu kadar, her iki takım taraftarının da kafalarını karıştırmıştı. Gece Yolcuları, başbakan Tayyip Erdoğan’ın kızının düğünü için “Vuslat” adlı besteyi yaptığında da, “sipariş beste” konusunda yeni bir sayfa açmıştı.

Öte yandan, yine Fenerbahçe’nin 100’üncü yılı için yapılmış bir başka çalışma, Athena’nın “Şanlı Fenerbahçe” adlı çalışması olmuştu. Athena’nın ilk albümünde yer alan “Holigan” adlı çalışmanın da Fenerbahçe’ye adandığı zaten biliniyordu. Bu anlamda Athena’nın Fenerbahçe marşı, taraftarlarca yadırganmamıştı.

Athena 2001 yılında, Türkiye Basketbol Federasyonu’nun isteği üzerine “12 Dev Adam”ı bestelemiş ve 2001 yılında ülkemizde gerçekleşen “Avrupa Basketbol Şampiyonasına” tam anlamıyla adını yazmıştı.

Burada sözünü ettiğimiz kategorilere tam olarak uymasa da, yine reklam amaçlı dağıtılan bir kasetin varlığından söz edelim. Bu kaset 1992 yılında Mazhar Fuat Özkan’ın çıkartmış olduğu Agannaga Rüşvet’le ilgili. Bu albüm, sadece “Agannaga” adıyla, grup fotoğrafı ve bilgilerinin olmadığı, sade bir kapakla çoğaltılmıştı. Bu kaset o tarihlerde, Petrol Ofisi istasyonlarından benzin alanlara promosyon olarak dağıtılmıştı. Yine orijinal albümden farklı olarak, “Rüşvet” ve “Patlamalar” adlı iki parça bu çoğaltımlarda yer almıyordu.

Fotoğraf galerisinde bulacağınız albüm kapaklarını dikkatle inceleyin. Eski albüm satan dükkanlarda karşılaşırsanız sakın kaçırmayın. Bu albümler, tanıtımları amaçlanan markalar için o günlerde misyonlarını gerçekleştirmiş olsa da, günümüzde bambaşka bir öneme sahipler. Çünkü bu çalışmalar, genellikle sanatçıların diskografilerinde yer almamaktadır. Eğer siz de Emre Aydın, Teoman, Nil Karaibrahimgil, Manga veya Özlem Tekin fanıysanız ve onların söz ettiğimiz bu çalışmalarından birisine sahipseniz, ortamlarda fan karizmanız bir puan daha yükselmiş demektir.

Duman’la gelen değişim rüzgarları…
Duman’ın yeni albümleri piyasaya çıkmadan internete düştü.

Grubun konserleri 5 Nisan’da başlıyor. Duman severler beleş albüm dinlemenin bedelini konser biletleriyle telafi edecek. Peki albüm satışları yapımcı firmayı kurtaracak mı?

Duman dört yıl aradan sonra, severlerinin özlemine 2 albümle birlikte yanıt verdi. Ancak bu buluşma biraz buruk başladı. 18 Mart tarihi itibariyle piyasaya verilmesi planlanan albümler, geçtiğimiz hafta sonuna doğru internet ortamından etrafa saçıldı. Geçtiğimiz hafta ot, trasından itibaren, muhtelif kampusların kantinlerinden Duman’ın yeni şarkıları yükselmeye başladı.

Grup açısından bu durum oldukça sinir bozucu bir gelişme gibi görünüyor. Ortada ciddi bir suç var. Grubun sadece yakınlarında bulunan örnek kopyalardan ya da dağıtıma hazır, depolarda bekleyen kolilerden bir sızıntı olduğu ihtimaller arasındaydı. Sorun her neyse, olan oldu ve dört yılın biriken beklentisi internet ortamında patladı. Yapımcı firma olan Sony BMG, bu yazı hazırlanırken sızıntının nereden çıktığı konusunda bilgi edinmiş durumdaydı. Ancak kırığın yen içersinde kalmasını tercih ettikleri için bu kaynağın açıklanmasını istemiyorlar. Bundan sonrası için grubun ve kendilerinin bu durumdan daha fazla zararlı çıkmamalarını diliyorlar.

Peki bundan sonraki gelişmeler ne olacak? Bu beklenmedik çıkışın Duman’ı olumsuz etkileyeceği beklenmiyor… 5 Nisan’da Bostancı Gösteri Merkezi’nde, Duman’ın yeni albüm konseri var. Bu konsere müteakip, yoğun programlı bir turne beklenebilir. Bu konserlerde de görülecektir ki; izleyici katılımı albüm satışından beklenenleri misliyle katlayacaktır.

Bundan sonrası için, zaten sıkıntılı günler geçiren firmaları yeni bir dert daha bekliyor; Büyük isimlerle çalışma sıkıntısı. Konser ve festivallere katılım olanağı yüksek isimlerin yeni albümleri, söz konusu firmaların elinde artık pimi çekilmiş bir bombaya dönüşecek. Çünkü büyük isimlerle çalışmak isteyen büyük firmalar, bu isimler için büyük harcamaları peşin göze almak zorunda. Öte yandan gruplar / solistler, albüm satışlarından çok artık geleceklerini konser gelirleri üzerine kurmayı planlıyor. Sahnedeki isim ne kadar “major” olursa olsun, o sahneye çıkması için yanında yeni albüm vizesini bulundurmak zorunda. Günümüzde, müzisyenlerin hayatını sürdürmesi için satışa çıkan ürünler arasında bilet birinci, albüm ikinci sırada yer almakta. Eğer ki ülkemizde tişört ve figürler başta olmak üzere, “merchandise” sektörü oturursa, albümler önem sıralamasında 3’üncü sıraya düşebilir. Hayko’nun bugün figürü piyasaya çıksa, Chucky veledi ağlaya ağlaya piyasadan kaçar. (Ama Hayko da sırtındaki dövme nedeniyle, Neca ya da James O’barr’a hasılatın yarısını verirken ağlayabilir, o ayrı) Ya da Hadise figürlerinin çıktığını düşünün; Sanırım figür mağazaları, anime çıtırların ithalini bir süre durduracaktır. Şimdilik ülkemizde bunu becerebilecek kafa yapısına sahip girişimciler olmadığı için bu açıdan korkacak bir şey yok. Yapsa Cem Yılmaz yapardı o da Opet kampanyasıyla auta çıktı. Figürleri konuşmak için henüz erken. Önümüz yaz, tişörtlerden söz edelim. Merter tekstil piyasası Şebnem Ferah, Duman, Hayko ve Emre Aydın gibi isimlerin ürünlerini çıkartmak istediklerinde iki yolu seçiyor. İlki, firma kafasına göre bir tasarım geliştiriyor basıyor ve sürüyor piyasaya. İkincisi, firma önce sanatçıya ya da menajerine ulaşıyor, soruyor “bu iş kaça olur” diye. Sanatçı uzlaşılmaz bir fiyat verince, firma da “komşum uyanık ben salak mıyım” diyerek o da anlaşmayı falan pas geçip basıyor ürünü veriyor piyasaya. Merter’deki Pazar rekabeti nedeniyle oldukça göz alıcı ürünler de çıkıyor. Hayko’nun geçtiğimiz yıllarda “official” olarak bir tişörtü menajerlik şirketi tarafından çıkartılmıştı. Korsan baskıların yanında ancak yer bezi olabilecek albeniye sahipti. Burada da her işin uzmanlık alanı içerisinde yapılması gerekliliği ortaya çıkıyor. Ancak karşılıklı çıkarlar hesaplanırken her iki taraf da birbirini düşünmek zorunda.

Konumuza dönecek olursak, sahneye çıkan isimler karşılarında dolu bir salon görmek istiyorsa, yeni albümlerini pırıl pırıl piyasaya çıkarmak zorunda. Piyasaya çıkarmak derken, o albüm müzik marketin vitrininde görülmeli ve iyi bir kayıtla kotarılmış olmalı. İnsanlar artık bedava dinleyeceği şarkıyı bile seçerken, raflardaki yerini, yayınlardaki ve müzik kanallarındaki video dönüş sayısına bakıyor. Sonrasında bu albümün internetten indirilmesi zaten kaçınılmaz. Peki, “download” kaçınılmazsa bu durumdan firma sahipleri nasıl kazançlı çıkmaya çalışacak? Günümüze kadar büyük yapımcı firmalar “Biz müzik yapımcısıyız, menajerlik ya da organizasyon bürosu değiliz” diyerek çalışma sınırlarını belirliyordu.

Üzerinde durduğumuz konuya neden olan, gündemdeki mağdur firma Sony – BMG ise, albümlerini ürettiği sanatçıların kimisiyle yine “360 derece”lik tabir edilen kapsamda anlaşmalar yapmayı planlıyor. Hatta bu kapsama sevdiğiniz gruplara yapacağınız “fun page”ler de dahil olabilir. Yani önümüzdeki günlerde, mesela Manga’yı çok seviyorsunuz diye paldır küldür onlara bir site açmanız pek kolay olmayacak. Firma böylelikle sanatçının konser, fincan, reklam filmi, sinema filmi, duvar saati ve akla gelebilecek tüm pazarlanabilir ürün ve faaliyetlerinden de pay talep edebilecek. Tabi buna göre de firmanın, grubun albüm çıkışıyla birlikte klip, fotoğraf çekimi, konser ve turnelerde belli standartlar altında çalışmalarını garanti edebilecek duruma geçmesi gerekiyor. Uzun vadede kendisini kanıtlamış olan sanatçılar, “360 derece”lik kapsamda sözleşmelere pek gelemeyecek gibi görünüyor. Firmalar da buna karşılık önümüzdeki günlerde “no name” yeni isimlere ağırlık verip yeni yıldızlar yaratmak isteyecektir.

Tüm bunlardan çıkan sonuç; Grup ve sanatçılar, konser katılımını yüksek tutması açısından, belli aralıklarla bir albüm çıkartmak zorunda. Ama bu albümün getirisi, maliyeti karşılayamayabilir. Eğer ki müzik yapımcıları kendilerini ve sanatçıları kollayacak yeni bir takım yapılanmalara giremezse yola devam etmeleri oldukça zor. Öte yandan sanatçılar da albüm dışından kazançlarından firmalara pay vermeyi göze almalı gibi görünüyor.

yorum